25 Şubat 2016

Oğuz Atay


Oğuz Atay - Tutunamayanlar





'' Sen birden çökeceksin Selim. Çünkü neden? Çünkü için boş senin.'' (28)

'' Hayatım, ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu.'' (31)

'' Herkesin belirli bir işle uğraştığı bu kocaman dünyada yalnız başına oradan oraya sürüklendin
 canım kardeşim benim.'' (31)

'' Yazık; insanlar düşüncelerimize uygun biçimler almıyor.'' (32)

'' Hayat, düşünceleri tutan bir hapishanedir. İnsan, can sıkıcı bir saç demetidir, ben de akılsız bir robotum.'' (32)

'' Öldükten sonra neyin yararı dokunur ki? '' (35) 

'' Bir cümle kaldı yalnız aklında: “Güzel bir gün ve ben yaşıyorum.” '' (36)

'' “Kadınlarda, el ustalığı isteyen işler için, aptalca bir yarışma duygusu vardır zaten,” diye düşündü. “Erkeklerin, başka konularda, onlara, üstün ve yukardan bakarmış gibi görünen tavırlarını  çekemezler, '' (37)

'' “Yaşasın papatyalar; canım papatyalar. Seviyorum sizleri. Sizler ki bütün kış, toprağın altında, yalnız bizi düşünürsünüz ve ilkbaharda hemen seriliverirsiniz ayaklarımızın altına. Canımlarım benim. Seviyorum sizleri insan kardeşlerim. Durup dururken seviyorum işte. Sevip duruyorum. Kollarımı açıp bütün insanlığı kucaklıyorum. Papatyalar gibi sizi koparıp göğsümde tutmak istiyorum...” ''(39)

'' Önce biraz zor gelecek, ama alışacaksın.'' (40)

'' Affedersiniz, ne yapıyorsunuz orada?Uzun boylusu başını çevirmeden karşılık verdi: Sıkılıyoruz. '' (40)


'' kendimle biraz olsun alay etmeden, kendi kendime yarattığım boşluğa dayanamıyorum.'' (41)

'' Bazı günler konuşamazdı insan.'' (45)

'' Kendini bırakmamalısın,'' (48)

'' Yazık ki erkekler, şımartıldıkları zaman nerede durmaları gerektiğini çoğu zaman bilemezler.'' (48)

'' Düşünmüyorum, sıkılıyorum sadece,'' (49)

'' “Doluyorsun,” diye bağırdı. Turgut. Selim, karşılık vermedi. Ellerini göğsünde gezdirerek hafifçe kımıldadı. Boynunu, omuzlarını tuttu, çenesini sıktı ve sonunda hırsla kafasını kaşıdı. “Tamam,” diye haykırdı. Turgut. Gözleri yarı kapalı, kendinden geçmiş bir tavırla konuştu Selim: “Evet, sonunda doldum,” dedi. “Sonunda doldum, Turgutçuğum Özben. Ayak tırnaklarımın ucundan saçlarımın tellerine kadar doluyum artık.'' (52)

'' Beni kızdırma! Başmaçkin ve Çiçikov derim sonra; kendine gelemezsin. Seni Dostoyevski bile kurtaramaz.'' (57)

'' Hürriyeti seçti’. Yani, sokağa düştü.'' (57)

'' Olsun, bir daha denerim. Üzülürüm bu sözlerine; biraz kendi kendimi yerim. Gene de iyi niyetle denerim bir daha.'' (60)

'' Hayır, dostum. Ben, en acıklı anda bile güldürücü sözler bulabilen bir insanım. Kendime acımam yoktur. (61)

'' Fakat, sonradan garson olmuş bir filozof ya da filozof olmuş bir garsona göre, insanlar karışık salataya benzer.'' (63)

'' Bizim asaletimiz, bizimle başlar.'' (66)

'' Bir de, ‘Hayatın Koordinatları’ meselesi beni çok yoruyor.'' (67)

'' Soyut aşk kavramı sende henüz gelişmemiş. Sen ve senin gibiler, ancak beş elmayla on elmayı toplayabilen basit insanlarsınız. Elle tutulan şeylerle düşünebilir, elle tutulan şeyleri sevebilirsiniz yalnız. Siz A ve B’den değil, üç erkek ve beş kadından anlarsınız ancak.'' (67)

'' Olmaz öyle şey. Burası İngiltere mi? Bizde Anglosakson terbiyesimi var? Avam kamarasında mıyız ki en şiddetli tartışmalardan sonra bile iktidar ve muhalefet olarak meclisten kolkola çıkalım? '' (71)

'' Ben savaş yıllarının çocuğu olduğum için, ilk talihsizliğim beslenme şartlarının kötülüğüyle başlamıştır. Bütün savaş yılları kara ekmekle geçti benim için. Ekmekle birlikte her şey bozuldu. Bana henüz verilmeye başlanan terbiyem okula gitmeden bozuldu. Bütün çocuklar gibi, kötülüğünü, anlamını bilmeden küfür etmeyi öğrendim ve sebebini bilmeden dövüşmeye başladım. Sokak aralarında, biriktirdiğim gazoz kapaklarıyla lik oynamak ve jilet kapaklarının en iyisi olan giletteyi arkadaşlarımdan çalmak suretiyle kumara ve hırsızlığa alıştım. Babam beni mektebe götürdüğü zaman,
çantamla birlikte artık uzun bir hayat tecrübesini de omzumda taşıyordum.'' (74)

'' Bir de vatan denen bir şey vardı ki, çok iyi korunması gerekiyordu. Bizler, her sabah hep bir ağızdan onu özümüzden çok sevdiğimizi, ant denilen bir şey içerek haykırıyorduk. '' (75)

'' Kötülükten ancak kötülük çıkar. Bayağılık insan ruhunu öldürür. Elbette, çok gelişmiş milletler, kötülükten de birşeyler çıkarıp, onu az gelişmiş milletlere ihraç etmek yolunu bilmektedirler.'' (76)

'' Hayata dayanamadığımız için espri yapıyoruz.'' (80)

'' Bütün hayatımı şu andaki gibi yaşasaydım hayır kalmazdı bende.'' (86)

'' Nasıl bu duruma geldik Selim? Bir arada olmanın kaçınılmazlığından başka bir neden yok muydu bizi yaklaştıran? Aramızdaki boşluğu nasıl doldurmalıyım? Sen olmadan seni nasıl öğrenmeliyim? Belki de, bu kısa huzursuzluğu duyduğum için, dantelin kıvrımlarından gözümü bir türlü ayıramadı-
ğım için benimle övünürdün. Koca ayı, derdin, düşünür gibi bir halin var. Dikkat et midene dokunur sonra. Zarar yok; yaşasaydın da beni yerin dibine batırsaydın. Bin kere esir alsaydın beni, Selim!'' (89)

'' Hepimiz suçluyuz Selim. Alçak sesle konuşmalıyız. Fakat ben bir yolunu bulup yükselteceğim sesimi.'' (90)

'' Görüyorsun, benim gibi rezil bir insandan hayır gelmez.'' (92)

'' Bütün hayatımı ayaklarının altına seriyorum: incele beni! Çürüğe çıkarırsın biraz insaflıysan. '' (93)

'' Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum.'' (94)

'' Ben, sadece namuslu olmakla övünen kişiyi adamdan saymıyorum; toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa, o kişi namussuzdur benim için.'' (95)

'' Canım Selim! Nasıl çırpınmışsın bir yere tutunmak için...'' (99)

'' “Selim öldü,” dedi. “Kendini öldürdü.” '' (105)

'' Artık, konuşmaya hiç hakkım kalmadı gibi geliyor...'' (106)

'' Bu odaya tahammül edemiyorum. Hiçbir zaman da edemedim. Dışarı çıkalım.'' (106)

'' Beni kötü yetiştirdiler dostum! Güzeli ifade gücünden yoksun bıraktılar beni. Tıpkı filmlerdeki gibi diyebiliyorum ancak. Ne acıklı değil mi? '' (107)

'' İnsan, iki gün falan böyle hissetse kendini, Dostoyevski’yi kıskandıracak eserler yazar.'' (107)

'' Kelimeleri, daha önce, öyle kötü yerlerde kullanmış oluyoruz ki, kirletir diye korkuyoruz duygularımıza dokunursa.'' (110)

'' Bir dostun varlığı güzel bir şeydir; fakat bir dosta ihtiyaç duymadan yaşayabilmektir önemli olan'' (111)

'' İnanmıyorlar ki. Elle tutulur deliller istiyorlar. Yok canım, o kadar değil, diyorlar her zaman. Ölmezsin, diyorlar. Bu da geçer... Olaylar haklı çıkarıyor onları çoğu zaman. Milyonda bir de olsa yanılma, ağır ve elim yanılma sessizce belirince... Milyonda bir için hayatı zehir etmeye değer mi? diyorlar onlar. Onlar, biz, hepimiz...'' (111)

'' Selim gibilerine işte böyle yaparlar, dedi. “Birdenbire yüklenmezler üstüne. Önce bırakırlar istediği gibi düşünsün her şeyi. Dünyayı dilediği gibi anlamasına, yaşamasına, hissetmesine izin verirler. Hatta alkışlarlar, överler onu. Büsbütün çileden çıksın da geri dönemesin diye. Sonrasını biliyorsun işte.'' (112)

'' Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim,” dedi: “Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.'' (113)

'' Kelime ve yalnızlık hayatın tadı tuzu
Kucaklamak isterdi ölümü ve sonsuzu. (114)

'' Yeter
Bu kadar. Allah kızar sonra çok istersen.
Yalnız unuttum; ne olur rahatlık versen
Galatasaray takımı oyuncularına. Yarın
Maçları var da; yenilmesinler sakın. '' (121)

'' Büyümek, yalnız tutunanlara gerekli.'' (122)

'' Siz de benim gibi,
Günleri
Sevgiyle isteyerek
Değil de, takvimden yaprak koparır gibi gerçek
Bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, Ankara güneşi sizin de
Uyuşturmuşsa beyninizi, Ata’nın izinde
Gitmekten başka bir kavramı olmayan
Cumhuriyet çocuğu olarak yayan,
Pis pis gezdinizse (o sıralarda adı Opera Meydanı olan)
Hergele Meydanı’nda, bu sarı ve tozlu alan
İğrendirmediyse sizi,
Bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,
Kaybettiniz (benim gibi).'' (124)

'' Nasıl ezberlenir Allahım
Arapça dua eden insanın Latince kemikleri? (126)

'' Pencereden giren güneş sefaleti keskinleştiriyor.'' (130)

'' Eller boşta kalıyor, tutunamıyorlar toprağa
Anlatamıyorlar anlatılamayanı.
Anlatmak gerek: Düşman sarmış her yanı... '' (133)

'' Doğduğu günden beri kalbinde bir delik,
Almak için bütün sızıları içine.'' (133)

'' Benim cefalı yârim kafamdır
  Divanda düşünmek bütün safamdır
  Mülkiyet benimçün büyük evhamdır
  Senin olanları nideyim gayrı   ***
  Kendi içimdeki indeyim gayrı  ***

  Çare yok dünyadan gideyim gayrı. '' (134)

'' Tutunamayan (disconnectus erectus): Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer. Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık
düşer). Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez.'' (149)

'' Önce Kelime vardı, diye başlıyor Yohanna’ya göre İncil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve Kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık... Kelimenin bittiği yerde başladı; Kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, Yalnızlığı unutturdu ve Yalnızlık, Kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, Yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız Kelimeler acıyı dindirdi ve Kelimeler insanın aklına geldikçe, Yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.'' (151)

'' İyi olamadık, bari kötü olalım,'' (154)

'' Sonsuzluk, yalnız Allahın dayanabileceği bir güçlüktür.'' (155)

'' bazen sonsuzluk bile Amerikan filmleri kadar sıkıcı bir şey.'' (156)

'' Bünyesi kuvvetliydi ama üniversiteye gidecek gücü bulamıyordu kendinde. Akşama kadar yatıyor, gece de sokaklarda tek başına dolaşıyordu. Başına gelenlerin hep felsefeyle uğraşmak yüzünden olduğu kuşkusuna kapıldı bir gün. Yatakta Kant’ı okumaya çalışıyordu. Birden, boğazına bir şey tıkandığını hissetti ve kitabı elinden bıraktı. Bir süre sonra kendine geldi. Evet, bütün bu rahatsızlıklar, okumak ve düşünmekten ileri geliyordu. O günden sonra evde kitap görmeye dayanamaz olmuştu. Kitaplarını bir sandığa doldurarak tavan arasına çıkardı. Üniversiteye giderek, emekliye ayrılmak istediğini söyledi.'' (181)

'' Allahım, onu neden yalnız bıraktın? Neden, yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? Neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? Neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? Neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin? '' (199)

'' Oysa... çıkarlarını düşünmeyenler unutulacaklardır.'' (201)

'' Hayattan çıkarı olmayanların, ölümden de çıkarı olmayacaktır. Ölüm bile onların adlarını duyurmaya yetmeyecektir. Herkesin mezarında güller ve menekşeler büyürken, onların mezarlarını otlar bürüyecektir.'' (201)

'' Her zaman kelimelerin, cümlelerin, insanın üstüne bir mızrak gibi saldıran düşüncelerin bunaltıcı baskısını duydum.'' (216)

'' Gözlük takmanın nedenini yıllarca, göze toz toprak kaçması, gözün de böylece yorularak iyi görmemesi sandım. Bugün de öyle sanmak isterdim; bunun kimseye zararı dokunmazdı. Ben de, yalnız bana ait olan bir düşüncenin mutluluğuyla yaşardım.
“Birçok kelimenin anlamını bugün de bilmem. ‘Ahmet ne kadar cahil’ derler. ‘Daha, bilmem ne kelimesini duymamış.’ Başımı sallarım. Birlikte acırız Ahmet’e: Oysa, o kelimenin anlamını ben de bilmiyorum.” '' (216)

'' Ey canını sevdiğimin lisanı
Bazen deli edersin insanı '' (218)

'' Bazı anlarda öyle dertleniyorum ki.'' (218)

'' Bize ne diyecekler. Daha beter olsun. Ben de olayım. Siz de olun. '' (218)

'' Ne yapalım? Herkesin hocası Platon olmaz ya!'' (219)

' Bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.'' (222)

'' Mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden, ıstırabı paylaşamayan, insanlar arasına duvarlar çeken, küçümseyen,
çaresiz bırakan, yalnız bırakan, terkeden, baskı yapan, istismar eden, ezen, cesaret kıran, iyilik etmeyen, değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, doğruyu yanlış gösteren, yanlışı doğru gösteren, samimiyetsiz, insafsız, korkutan, yanına yaklaştırmayan, başkasının yaşama hakkına saygı duymayan ve kendinden memnun olabilmek için her davranışı meşru sayan onlar, yani bizim küçük kalabalığımızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran, nefes almamızı dahi engelleyen, yani mahallemizin bütün bileği kuvvetli ve içi boş küçük kabadayıları ve onların büyük ortakları, yani esasında sayıca üstün olanlar, yani her zavallıdan daima bir rütbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar, yani şekilsiz hüviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler, yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler, yani bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler, yani çırağını, birşeyler öğretmesine karşılık her zaman döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar, muavininin
başına vuran şöförler ve onlarla birlikte memurlarına dalkavukluk ettiren amirler, duygusuz amirlerle birlikte garsonlara paralarıyla orantılı olarak bağıran müşteriler ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumruklarını gösteren görevliler ve yetkilerini kötüye kullanan görevlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler, yani öğrenmek isteyen herkese eziyet eden öğreticiler ve onlarla birlikte bilgisizlerin bilgisizliğine gülen onlardan daha bilgisizler ve cahillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalık ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar ve onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman haklı çıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup çıkaranlar yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar ve onları birbirlerine düşman edenler ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar ve gerçeği boğanlar ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar... karşımıza oturacaklar.
Ve biz onlara diyeceğiz ki:
Hesaplaşma günü geldi. '' (223)

'' Bir adam yaklaştı: “Ateşinizi müsaade eder misiniz?” Etmem. Siz, Selim’den bahsetmeme müsaade eder misiniz? Etmezsiniz. '' (245)

'' Ben, balon muyum çocukları sevindirecek? Kimseyi sevindirecek halim yok.'' (246)

''  Üzüntüden. Yaşadığın hayat seni dayanıklı yapmış. Sonra, mert bir insana benziyorsun. Böyle mert insanlar kolay sarhoş olmazlar.'' (250)

'' İçebiliyoruz, o halde içelim. Her şey vızgelsin bize bu dünyada. Ne günlük sıkıntılar, ne arkadaşların ölümü, ne de aşk üzüntüleri kılımızı bile kıpırdatmasın.'' (252)

'' İnanarak dinlememizi güçleştiriyorlar. İnsan her sözü kuşkuyla karşılıyor artık. Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini anlayamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. Tutunamıyoruz.”'' (254)

'' Kimse aydınlıkta konuşmaya cesaret edemiyor.'' (254)

'' Ben, seni görür görmez anlamıştım: bütün kaygısız görünüşünün altında, duygulu, içine kapanık bir insan olduğunu. Bunu beğendim işte.'' (259)

'' Peki, bu hayat size zor gelmiyor mu? '' (262)

'' Sana sığınıyorum. Beni geceye teslim etme.'' (266)

'' Dünya bir kerhanedir: her gelen yaptı geçti.'' (266)

''  Vakit gece yarısına yaklaşıyor. Ortam uygun. Ey kafa! Akıt zehirini!'' (266)

'' Bütün arzum hamamda kız kovalarken düşüp ölmektir.'' (267)

'' İnsanları ayıran duvarları yıktık. Elbirliğiyle bizi mutlu yarınlara götüren bir anlayışın kurulmasına hizmet ediyoruz. İçelim.'' (268)

'' Durum bir kere sağlığa aykırı oldu mu öyle sürüp gitmeli oğlum Turgut. İçki de çok içilmeli, sigara da. Havasız da kalınmalı, dumandan boğulmalı insan. Adilik de artmalı, insan gittikçe bayağılaşmalı.'' (271)

'' Çirkinlik ne kadar kolay!'' (271)

'' Hastayım yalnızım...'' (273)

'' Çok konuşuyorum kendimle bugünlerde. Ne yapayım? Başkalarının sohbetinden hoşlanmaz oldum.'' (290)

'' Gerçekten öldün mü Selim? Bu yalnızlık dolu koca dünyada bütün tutunamayanları öksüz bırakıp gittin mi? Bat dünya bat! Talih! İki gözün kör olsun da piyango bileti sat!'' (297)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder